2001-2002 yılları arasında çocukluktan 1 yıl sonrasıyla büyümüşlüğe attığımız adımda yine de küçük sınıflar arasındaydık..bu yıllar arasında annem öğretmen olabilmek için stajını bizim okulda yapıyordu..edebiyat dersindeydik sanırım..annem bizim sınıfın en arka sırasına oturmuş işlenen dersi ilgiyle gözlemliyor,notlar alıyordu..o derste de şiir okumaya puan veriliyordu..ben de kalkıp sınıfın ortasında altmış göz üzerimdeyken şiirimi okumuştum..iyi okuduğuma inanıyordum..iyiydim biliyorum..çünkü bütün duygu,vurguyu şiire aktarmıştım..ayrıcalık tanınmış gibi olacağından beni seçmemişlerdi o gün..çok kızmıştım hocama..hayallerimi istemeden de olsa engellediği için anneme de tabiki..
öğretmen kızı olmanın zorluğunu o zamanlar hissediyordum..
yelkovan akrebi kovaladıkça annem öğretmenim oldu..çok zordu annemle aynı okulda olmak..bütün hocaların gözü benim üzerimdeydi..yaptığım herşeyden annemin haberi oluyordu..ve artık bu benim canımı sıkmaya başlamıştı..normal bir öğrenci,bir çocuk gibi saklayamıyordum annemden notlarımı..ya da okulda rahat davranamıyordum..ne de olsa ben öğretmen kızıydım benim davranışlarıma dikkat etmem gerekirdi..diğer öğrencilere örnek olmak için..kimi zaman arkadaşlarım bana ayrıcalık yapıldığını, sınav sorularının bana verildiğini düşünürlerdi..kendimi savunamazdım..annem kendi sınav sorularını bile bana vermezken diğer sınav sorularını nereden bilebilirdim ki?arkadaşlarım da bunu nereden bilsinler ki?öğretmenler odasına annemin yanına gittiğimde "anne" diye seslendiğimde bile şakayla da karışık olsa uyarılmıştım..evde anne deyip bir iki saat sonra öğretmenim demek çok garip,çok saçma geliyordu..herkes biliyordu zaten annem olduğunu..bir süre takmamaya başladım söyleneleri ve anneme "anne" diye seslenmeye devam ettim..o kadar bunalmıştım ki bu durumlardan anneme sitem ediyordum artık.."bu okuldan git","öğretmenim olma","hocalarım artık seni tanımasın" cümleleri peş peşe ağzımdan dökülüveriyordu..o gün çok üzmüştüm annemi..biliyorum..onun için de çok zordu yaşanılanlar..
liseye geçtiğim zaman aynı şeylerle karşılaşmayacağımı umuyordum..ancak ablamın mezun olduğu lisede okumak hiç de tahmin ettiğim kadar kolay olmadı..çünkü ablamın velisi olduğu için annemi de tanıyordu hocalar..kimi hocalarım onlara göre yaptığım bana göre hiç haatam olmayan şeylerde ablamla beni karşılaştırdılar..herkesin yaptıklarını ben yaptığımda bunu suç olarak algılayan hocam, veli toplantılarında elindeki silahı kullanıp anneme şikayetlerde bulunuyordu..müdür yardımcılarımız ise soyadımla hitap ediyorlardı bana..onları sevdiğimden pek sorun etmiyordum bunu..
bir keresinde son dersimiz boştu ve eve erken gidebilmek için hocamıza baskı yapıyorduk..benim de ısrar ettiğimi farkeden hocam, "başınıza bir şey gelebilir.aileleriniz sizleri bize emanet ediyorlar.sen bi de öğretmen kızısın..anlamalısın bunları" gibi bir cümle kurmuştu sınıfta..çok utanmıştım..söyleyecek sözüm yoktu..düşündükçe hak vermiştim hocaya..ama öğretmen kızı olmamı vurgulamasından dolayı çok üzülmüştüm..lisede de davranışlarıma dikkat etmem gerekiyordu ve yine kendim olamıyordum..çok ama çok zordu benim için..geldi ve geçti zaman..bir oh çektim üniversiteye başladığımda..
bu kadar olumsuzluğunun yanında çok güzel yönleri de vardı öğretmen kızı olmanın..ortaokuldayken bir kaç geziye annemle beraber katılmıştık..ben yine kısıtlanacağımı düşünürken düşüncemden bambaşka şeylerle karşılaştım..annem rahat edebilmem ve arkadaşlarımla beraber olabilmem için özgür bırakmıştı..safranbolu gezisinde arkadaşlarımla hepberaber yemek salonunda eğlenip gece beraber kalmıştık..gerçi sayımız dörtden ona yükselmişti ama çok eğlenmiştik..hediyeler almıştık..otobüs yolculuğunda şarkılar söylemiştik..fıkralar anlatmıştık ve dahası..:))çanakkale gezisinde de yolculuk sırasında çok eğlenmiştik..orayı gezip bilgiler edinmiştik..ortaokul kep törenimde annem her ayrıntısına kadar ilgilenmişti..mezuniyet gecemizde de tabiki:)belki de hocalarımın beni tanımaları çok kötü bir şey değildir:)
27 Şubat 2011 Pazar
23 Şubat 2011 Çarşamba
çocukluğum ve dostlarım..:)
ailemden sonra kendimi güvende hissettiğim yer..sanki gözlerimi ilk orada açmıştım..çocukluğumun,gençliğimin en güzel zamanlarını orasıyla paylaştım ben..yaptıklarım(ız)a orası şahit..:)kollarımızı o binalara dayayarak gözlerimizi kapıyorduk..o yollarda koşuşturuyorduk..bir sürü oyun oynuyorduk..annemden iki dakika izin koparabilmek için sevdiğim arkadaşımla balkon altına geçip koro oluşturuyorduk..bütün sevimliliğimizle şımarıklık yapıyorduk..izini kapınca sevinçle birbirimize sarılıyorduk..küçükken azla yetinmesini biliyorduk..zamanın kıymetini o yaşta anlıyorduk aslında..o iki dakikaya o kadar çok şey sığdırıyorduk ki..
okul yolunu da paylaşıyorduk..kimi zaman köşede dakikaları sayıp arkadaşlarımızın yolunu gözlüyorduk..kimi zaman yerdeki kardan kartopu yapıp savaş ilan ediyorduk..kardan adamlar yapıp onları süslüyorduk kimi zaman da..deli gibi basket maçları yapıyorduk..hırsımızdan küçük tartışmalarımız oluyordu..ama sonrasında halimize gülüyorduk..bazen erkeklerin oyununu bozmak için futbol sahasına giriyordum..bazen kenarda uslu uslu oturup arkadaşlarımı izliyordum..izlerken yediğim darbe sayısı sayamayacağım kadar çoktur sanırım:Ddaha sonraları maçı telin arkasından izlemeyi öğrendim:D ışıklar kapanınca gittiğimiz yerler yine aynıydı..yorulmuş ve susamış bir sürü çocuk..tabiki de soluğu mimozada alır:)sohbet,muhabbet derken zaman geçer ve ayrılık vakti gelir..benim son dakika konuşmalarım hiç bir zaman bitmezdi ama:D
havuz başındaki törenin sonuna giderdik küçük çaplı çete gibi..kendimize bir sofra hazırlardık orada..bu konuda hiç büyüyemedik..büyümek istemedik..büyüdükçe ve sahalarımızın yıkılması nedeniyle pek yapacak bir şeyimiz kalmamıştı..yazın gidilecek bir mimoza vardı bir de çamlık..biz çamlığı yani salıncakları seçerdik..mimoza bizim için alışveriş yeri gibiydi..yiyeceğimizi,içeceğimizi alıp salıncaklara gelirdik..hem sallanır hem şarkı söylerdik..kimi zaman denize karşı çimlere oturup gitar eşliğinde söylerdik şarkılarımızı..sürekli istek parça yapardım:)"bak bunu çal sana eşlik ederim"diyerek kandırırdım..:D eşlik ederdim ama:)
başka zamanlarda yine çamlıkta masalarda sıcak bir sohbetle iç içe olurduk..mekanı asıl güzel yapan dostlarımdı..muhabbetimizdi,komikliklerimiz,esprilerimizdi..çocukluğumu payşatığım insanlarla aynı masadaydım..bundan daha güzel ne olabilirdi ki..:)sohbetimiz ve o süreç içerisinde geçen dakikalar bizi acıktırdığında pizza alırdık..gönüllü seçerdik ilk önce tabi..paylaşmasını da bilirdik..yemek yemekten yorulurduk kimi zaman:D
dış lojmanlarda hıdırellezi kutlamıştık..ateş yakıp sıcaklığıyla ısınmıştık..ortamın sıcaklığı ateşinkinden çoktu tabiki:)değer verdiklerimle dileklerimizi tutmuştuk..güzel bir akşamdı o günde:)
bir evde toplanıp kendi yemeğimizi kendimiz yapıp yemiştik..emeğimiz çok lezzetli gelmişti:)oturup filmler izledik,yine sohbet ve eğlence bizimleydi..
beraber bir sürü doğum günleri kutladık..böyle güzel günlerden birisinde İBO'm oldu:)ona baktıkça anılarımı görmek gerçekten çok güzel bir duygu:)
biz bana güven verici yerde çok güzel zamanlar geçirdik..bir çok şey paylaştık:)o yer benim 13 yılım demek..çocukluğum demek..
dostlarımda çocukluğumu görüyorum..seviniyorum..yeni yıla beraber girmenin sevinci ise bambaşka bir duygu benim için:)iyiki varsınız:)iyiki tanımışım sizi:)
20 Şubat 2011 Pazar
Tutunamayanlar'dan...
''Beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi, boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna..." Oğuz ATAY
18 Şubat 2011 Cuma
ölüm kavramı ve etkileri..
ölüm..ölmek..bahsedince bile tüylerim diken diken oluyor..ayrılıkların en acısı belki de en güzeli..beni en etkileyen olaylardan bir tanesidir ama..lise zamanları bir arkadaşımla bu konuyu konuştuğumuzda konuya bakış açısı çok hoşuma gitmişti..ölüm beyazdır,saftır demişti..ya da bu yola çıkan bir kaç cümle söylemişti..haklıydı belki de..o kadar da kötü bir şey değildi ölmek..Kerim Tekin ne de güzel söylemiş "kar beyazdır ölüm"diye..bu konunun beni etkilediğini lise zamanı daha çok anladım..neden bu kadar uzun süre sonra farkettin diye sorarsanız ben doğduğumdan beri çok yakınımı kaybetmek ne demek bilmedim..bilmek de istemiyorum..ama kaybetmiş kadar oldum..
lise zamanı sınıfımdan yakın arkadaşım trafik kazasında ablasını kaybetti..haberini duyduğum an yıkılmıştım..ağlıyordum..hem de hiç durmadan..nasıl arkadaşımı arayacağımı düşünüyordum..nasıl konuşacağımı da..bir kaç gün ulaşamadım arkadaşıma..telefon trafiğine kapılıp arkadaşımın ailesinden bir kaç kişinin numarasına ulaşıp öyle aradım..ne diyeceğimi bilemeden telefonun açılmasını soluksuz bekliyordum..evet telefon açıldı..açıldı ama arkadaşım değil annesiyle konuşuyordum..arkadaşıma ulaşamadan "başınız sağolsun" diyerek kapatmak zorunda kalmıştım..ne annesi ne de ben konuşabiliyordum telefonda..bir kaç gün sonra okula arkadaşım geldi..gözyaşlarını tutamıyordu..derste olduğumuzu,ve bana takmış durumda olan hocaya aldırmaksızın yerimden kalkıp onun yanına gittim..avutmaya çalışıyordum..o an ne denilebilirdi ki..sadece sımsıkı sarılıyordum..yanındayım der gibi..tabi o an her zamanki gibi hocam yine beni sinir etmeyi başarmıştı.."kimse ilgilenmesin..biraz ağlasın" demişti..o an öyle duygu karmaşası içindeydim ki cevap vermemek için zor tutuyordum kendimi.."nasıl bir hoca bu ya ne kadar ilgisiz,ne kadar kalpsiz" diyordum içimden..arkadaşıma dersle ilgili sorular sorup durdu..üstüne gitmeye başladı..sinirim iki katına çıkmıştı..kız orda ne halde hoca ne yapıyor diye..ama zamanla hocamın ne yapmaya çalıştığını anlamaya başlamıştım..arkadaşımı hayata bağlıyordu aslında..yarasını iyileştirmek için derse konsantre olmasını sağlıyordu..hocamın bu yaptığını anladıktan sonra çok mutlu olmuştum..ona yardım ettiği için..tabi bunlar olmadan önce arkadaşımı öyle tepkisiz,boş gözlerle etrafa bakarken,sorulan sorulara cevap vermediğini gördükçe sınıfta duramıyordum..koridorun o kocaman penceresine geçiyordum..engel olamıyordum düşen yaşlara..arkadaşımın beni öyle görmesini istemiyordum..ama beni öyle gören bir kaç arkadaşım beni kendime getiriyorlardı..bir kaç gün böyle devam etti..çok etkilenmiştim bu olaydan..ölüm hakkında o ana kadar hiç düşünmemişken çevresindeki insanlara ne çok acı verdiğini gördüm..ve korktum..ölmekten ve ölümden..
14 Şubat 2011 Pazartesi
evcilik oyunu..
küçükken ilk öğrendiğim oyunlardan bir tanesi "evcilik oyunu"ydu.o zamanlar pek de bir şey anlamadan oynuyor olsak da bizi hayata hazırlayan en iyi oyun bence..iyi bir eş olabilmeyi,yemek yapmayı,çocuğa bakmayı,evi temizlemeyi,işe gitmeyi..hayattaki bütün sorumluluklarımızı o yaşta üstleniyorduk aslında..çekilmez hayatı çekilir kılıyorduk güle oynaya..kuralları kendimiz koyuyorduk.."hayır o öyle değil bak böyle" gibi cümlelerle birbirimize birşeyler öğretmeye çalışıyorduk..sanki birbirimizden farkımız varmış gibi bilmişlik taslanıyordu..barbie bebeklerle oynarken bile aynı şey söz konusuydu..ama bu sefer başrollerde kendimiz değil bebekleri ele alıyorduk..onlara hayat verip onları yaşatıyorduk..ileride olmasını istediğimiz herşey vardı orda..hayal gücümüzü zorluyorduk..bir kız bir erkek çarpışarak aşık oluyordu..filmlerdeki gibi..sonsuza dek mutlu oluyorlardı..masallardaki gibi..herşey çevremizden alıntıydı aslında..taklit ediyorduk..ettiriyorduk..masumduk ve çok mutluyduk..ama büyüdükçe herşeyin o kadar kolay olmadığını farkettik..biraz daha zoruydu oyunların..yine de üstesinden geliyorduk..geliyoruz..sadece çocukluktaki gibi masum değil insanlar..o zamanın kötüsü bile iyiye zarar veremiyordu bir türlü şimdi ise yerlebir ediyor..artık masal kitaplarının kahramanı değil gerçekte yaşayan birer birey oluverdik..yaşamaya da devam ediyoruz..bakalım sonumuz ne olacak:)
13 Şubat 2011 Pazar
Franz Kafka..
kimdir nedir daha önce hiç bilmediğim,adını bile bu yıl duyduğum bir yazar,bir felsefeci belki de bir şair..kendi yarattığı dünyada yaşama mücadelesi veren,aşkı kalemiyle güçlendiren birisi o..zamanında çok konuşulmuş Milena'ya olan aşkı..hissettikleri o kadar güçlüymüş ki Milena'nın evli olması bile engel olamamış onların sevgisine..ardı ardına yollanan mektuplar sonunda karşılığını almış..ve Milena bunların kitap haline gelmesi için arkadaşından yardım istemiş..ve işte sonuç! "Milena'ya Mektuplar" adlı bir kitap oluvermiş..biraz bile okununca şu anki aştan,sevgiden çok uzak olduğu anlaşılıyor..bu yazarın bu kitap dışında bir çok kitabı da var..örneğin dönüşüm adlı kitabında kendini bir böceğe benzetip hayattan nasıl dışlanıldığını anlatmaktadır..ve bunun gibi bir çok örnek..kim mi bu yazar?FRANZ KAFKA tabiki...
12 Şubat 2011 Cumartesi
yazma isteğinin zorlukları:)
bu sefer kalbimdeki bölük pörçük yaşadığım anıları,aklımda bir araya getiremediğim cümleleri bir kenara bırakıyorum..evet! aslında bir şeyler yazmak istiyorum..sesimin duyulması için sesimin yettiğince bağırmak istiyorum..aslında anlatmak istediklerim içimde su birikintisi kadar..ilk önce azar azar damlayan damlacıktan ibaretti..zamanla göl oldu,taşmak üzere..dilimin ucunda söylemek istediklerim..söylemeye çalıştıklarım..demekki o kadar yoğun yaşamıyorum içimdekileri diyerek boşveriyorum..yoğun olsaydı son damla gibi taşıp dökülüverirdi cümleler..geceleri başımı yastığa koyduğumda bir ilham geliverir.bir kaç satır karalarım bulduğum yere..yeni güne başladığımda ise anlatmak istediklerim o kısacık cümlelerde saklı kalır hep..devamını getiremez olurum..şimdi ise neden yazamadığımı anlatan bir kaç şey yazıyorum bloguma..bir çelişki mi yaşıyorum yoksa kendi içimde:D
2 Şubat 2011 Çarşamba
hepimiz köşe arsa kadar değerliyizdir aslında..
bugün çok değer verdiğim birinin kendimizi geliştirmekle ilgili verdiği örnek çok hoşuma gitti ve bunu sizinle de paylaşmak istiyorum:)
insanlar doğdukları zaman eşittirler.hepimiz köşe arsa gibiyizdir aslında.orada ne kurmak ne inşaa etmek istediğimizi kendimiz belirleriz.bazıları bina dikerek değerlendirir bazıları ise arsayı boş bırakarak çürümeye terkeder.karar tamamen bize aittir.ben insanlarda binanın temeline önem veririm.ne kadar sağlamsa,güçlüyse kişiliği de o kadar sağlam demektir.ben bana ait arsaya ilk temelini attıktan sonra zamanla kat ekleyerek binamı yükseltmeye başladım.sonsuz bir yükseliş istiyorum.bakalım kaç katlı olcak benim binam:)
insanlar doğdukları zaman eşittirler.hepimiz köşe arsa gibiyizdir aslında.orada ne kurmak ne inşaa etmek istediğimizi kendimiz belirleriz.bazıları bina dikerek değerlendirir bazıları ise arsayı boş bırakarak çürümeye terkeder.karar tamamen bize aittir.ben insanlarda binanın temeline önem veririm.ne kadar sağlamsa,güçlüyse kişiliği de o kadar sağlam demektir.ben bana ait arsaya ilk temelini attıktan sonra zamanla kat ekleyerek binamı yükseltmeye başladım.sonsuz bir yükseliş istiyorum.bakalım kaç katlı olcak benim binam:)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)