12 Aralık 2013 Perşembe

O KADAR HIZLI GİTTİK Kİ, RUHUMUZ GERİDE KALDI




Bir filmde seyrettim;
genç ve güzel bir kadın Paris te bir cafe de bir erkeğe anlatıyordu. O da anlattıklarını bir dergide okumuş;

Meksika da Inka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.
Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola sonunda tepenin üstündeki görkemli Inka tapınaklarına geliyorlar.Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor, hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik? Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki;
Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik...
Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve niye ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor Inkalar in yaşlı torunu. Çünkü bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kaldı, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. 
Çocuğunu kaybeden annelerin çılgınlığında bir sağa bir sola saldırıyoruz hepimiz, ama bir farkla, biz neyi aradığımızı bile bilmiyoruz...Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız. Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi? Çevremiz dekaç kişinin aşk hayati iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hiç kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur.Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki? Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp,çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz...
Milan Kundera yavaşlık adlı kitabında; yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur diyor. Telefon hızlılık mesela, konuşulanları, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır.
Ben kendi adıma her zaman yavaşlıktan yanayım. Mesela uçaklardan hiç hoşlanmam, yeni bir şehre, yeni bir iklime hazırlanmaya, hatta hayal kurmaya bile vakit bırakmıyor bana Küt diye başka bir hayatın içine giriveriyorum. Ve en kötüsü de dönüşler, daha ayrılığın hüznünü bile yaşamadan İstanbul’da olmak sahiden de çok tatsız.Tabii ki ruhumun beni terk edip oralarda kalması da çok normal. Oysa trenler karanlık geceyi yırtan keskin düdüğü, uykuda olanlara yolculuk düşleri gösteren kara trenler...
Dağları bölen, nehirlerle yarışan, köprülerden geçen, ağaçları selamlayan, çocuklara el sallayan, güne bakanlara göz süzen, geçmişin hüznünü, geleceğin umudunu yaşatan,yolcularına yepyeni dostluklar hazırlayan kara trenler var bir de. Uçak değil, tren olmak istiyorum. böylece ruhum benden hiç ayrılmaz.Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.
Aceleye ne gerek var? Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş... Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, başarı da.

Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...


 Can DÜNDAR

1 Mart 2013 Cuma

karsılastırmacalar:)


Evet 22 şubat 2013 tarihinde İstanbul'a gelişimi çok net bir şekilde fark etmiş bulunmaktayım.gerek trafiğiyle gerekse insanlarıyla..geldiğimin ertesi günü yakın arkadaşımın doğum gününü kutlamak amaçlı maltepe tarafına gittim..havanın daha yeni kararmasına rağmen tren istasyonunda bir bayanın tren bekliyor olması insanların tuhafına gitmiş olacak ki gözlerini üzerimde hissetmekten kendimi alamadım..farkettim ki artık bunun yaşla da bir ilgisi yok..büyük küçük demeden gayet rahatsız edici bakışlarla bakılabiliyor..bunlar bir yana toplu taşıma araçları resmen bir eziyet,insanlara uygulanan en acımasız işkence yöntemi..arkadaşımda kalıp ertesi gün öğlen saatlerinde minibüse binmeye çalışma gibi bir yanlış bir davranışta bulundum..işte o an anladım ki bizim ülkemizde ya insanlara değer verilmediği için ya da çok vicdanlı insanlar olduğumuz için geride insan bırakmayıp minibüs,otobüs,metrobüs vs dolmuş mu dolmamış mı hiç umrummuzda olmadan almaya devam ediyoruz..o kadar insan aynı anda nefes soludukça içerde nefes alınamaz hale geliyor..ee tabi kış zamanı camı açamıyorsun..açsan biri çıkıp "üşüyorum camı kapayalım" diyor..yazın desen açık olduğunda da etki etmiyor..dip dibe bir sürü insan..bana göre bu, insanlara verilen önemsizlik..İspanya'da en çok ilgimi çeken ve en çok sevdiğim şey otobüs duraklarından saatini seçip yer ayırıyorsun..herkesin yeri var..tabi bunun kötü yönleri de var..tamam kimse ayakta gidemiyor,kalabalık olmuyor ama eğer son dakika yer ayırmaya çalışırsan  yer kalmamış olabiliyor..biz bazen böyle yaptığımız için 45 dakikaya yakın beklediğimiz oldu:) ayrıca ne güzel bir şeydir gecenin 2sinde kız başına sokaklarda yürüyebilmek..kesinlikle harika bir duygu!:))

7 Ocak 2013 Pazartesi

bugünlerde ben..



Yine sessizlik sardı dört bir yanımı..insan mutluyken ağlayıp rahatlamak ister mi? ben içimdeki sıkıntıları dışarı atabilmek için ağlamak istiyorum evet. neden "ya hep ya da hiç" prensibi hayat felsefem haline geldi ki? bir sonuca varamadan içim rahat etmiyor.illa bir sonuca ulaşabilmek için yıpranmalara göz yumuyorum.halbuki şu dilim bir dursa,bi susmayı başarabilsem..yok dayanabilir miyim ben hiç inatçıyım ya hani,aman ne olursa olsun artık düşüncemin dikine doğru gidiyorum ya hani sonra da ağzımın payını alıp susuyorum ya işte tam da istenilen sonuç bu değil mi?

hiç bana göre değil içim içimi yerken susup oturmak..çözüm yolu bulmak varken oturmak niye? bazen korkuyorum vazgeçmekten..belki de ondandır tüm bu çabalarımın nedeni..aslında karşılaşacağım davranışlardan,sözlerden değil de kendi vereceğim kararlardan..sonrasında gelen pişmanlıklardan..belki de bu yüzdendir susabiliyor olmamın nedeni..
"bazı insanlar gerçeklerden kaçmak için uyumayı tercih ederlermiş".ben de onlardan biri miyim acaba?şu son günlerde dikkat ediyorum da başımı yastığa koyarken unutmak,düşüncelerden uzaklaşmak için koyuyorum..başarılı da oluyorum..anlık da olsa uzaklaşabiliyorum..yeni bir benle açıyorum gözlerimi..sonra sar başa..
peki bundan mıdır unutkanlığımın sebebi?sürekli unutmak istiyor oluşum mu nedeni?4 yıl önce beynim kendi kendine bir huy edindi..çok çok çok önemli,çok ilgi çekici,çok mutlu edici şeyler kalıyor aklımda..gerisi puff uçuveriyor birden..normal birşey olduğunu savunmuyorum ama oldum olası hastaneleri sevememişimdir..bir hastalık yüzünden gidip bin hastalıkla geri dönüyorum..benden daha ciddi hastalığı olan kişileri görüyorumm benimki de hastalık mı ya deyip vazgeçiyorum..aslında hayatın anlamı oraya gidildiğinde daha çok farkına varılıyor..bir süreliğine hiçbir şey için üzülmüyorsun,takmıyorsun..takii o ortamı unutana kadar..unutmak benim için pek zor olmadığı için hemencecik gerçek hayata düşüveriyorum..
öyle böyle derken bir günü daha bitiriveriyoruz..bir gün daha yaklaşıyoruz..ama neye? 9 gün sonrasını merakla bekliyorum..hayallerim gerçekleşecek mi bu sıkıntılarım bitebilecek mi?yoksa üstüne bir yenileri mi eklenecek göreceğiz..